İki Tren Arası Sessizlik


Derin bir nefes aldım. Trenin camından baktığımda gitmiş olduğunu fark ettim. Gidecekti tabii, beni bekleyecek değildi ya. Neyse ona kızmadım. Benim hatamdı. Sonuçta daha erken çıkmalıydım evden. Oyalandım galiba biraz neden geç kaldığımı anımsayamadım. Trenden indim. Bavulumu yere bırakıp etrafa göz attım. Şimdi her treni kaçıran insan gibi yeni planlama yapmam gerekiyordu. İlk kez aktarmalı yolculukta tren kaçıran ben değildim. Aslında o an istasyonda tek tren kaçıran bendim.

 

Bavulumu elime alıp adım atmaya başladım. Kıştan çıkmaya hazırlanan mevsim soğuk hava etkisini sürdürüyordu. Yakamı biraz kaldırıp biraz daha sıcaklık hissettim. Sonra sessizleşmeye başlayan garda topuk seslerimi daha bariz işitmeye başladım. Gişeden bir sonraki tren için bilet aldım. Yaklaşık iki saat vaktim vardı artık. Gardan dışarı çıktım ve sıcak bir şeyler içmek için açık olan dükkanlara göz gezdirerek ilerledim. Bir süre yürüdüm ama birazcık ısınmak için dakikalarımı harcamaya değer bir yer bulamadım. Biraz ilerledikten sonra gözüme bir yer kestirdim. ‘Börek ve Kafe’ yazan bir mekân daha çekici geldi. İçeri girince beni çekenin ne olduğunu anladım. İçerde yetmişlerden şarkılar eşliğinde demli çay kokusu yayılıyordu. Kendime uygun bir yer bulup yerleştim. Henüz reşit olmadığını düşündüğüm bir kız ‘hoş geldiniz’ dedi. İçerisi bir hayli soğuk olmasına rağmen gelen çay ile ısınmaya başladığımı hissettim.

 

Aklıma çantamdaki fotoğraf geldi. Bu yolculuğa çıkış sebebim bu fotoğraftı. Bu yolculuğa ve ona ihtiyacım vardı ve onun da bana ihtiyacı vardı. Yoğun iş temposu geçtiğimiz bir yılı aşkın sürede onu görmeme engel olmuştu ama işten istifa eder etmez onu görmeye gitmeliydim. Şimdi ise treni kaçırmış bir halde ona gitmeyi bekliyorum. Annem bunu yaptığımı bilseydi beni azarlardı.

 

Fotoğrafa bakarken kafamın içince onunla konuşurken buldum kendimi. Sanki o fotoğraf çekilirken ve öncesinde ben oradaydım. Hoş, ben hep sizinle birlikteydim bence. Annem seni ve seninle yaşadıklarını öyle anlatırdı ki bazı zamanlar orada olmak için can atardım bazen ise orada olmamış olmaktan mutluluk duyardım. Annem seni planlarınızdan biraz erken bırakıp gitmiş. Bunun için ona kızgın olduğunu biliyordu bence. Bu yüzden gitmeden önce sıkı sıkı bana seni yalnız bırakmamam konusunda tembih etti. Son zamanlarda biraz bu direktifi ihmal ettim, şimdi yerine getirmeye geliyorum.

 

Bilgisayarımı çıkardım ve bir şeyler yazmaya karar verdim. Sanırım bir mektup. Sana. Artık annem okuyamayacağına göre bu mektubu sana vermeliyim. Annem burada olsaydı ‘bilgisayardan mektup mu yazılır? Bir kâğıt ve güzel bir kalem al eline bir de zarf’ diye hayıflanırdı. Bilirsin eski adetlere bayılırdı. Annem işte hep zamanın gerisinde bir kadındı. Hem zamana ayak uydurmaya çalışıp hem de geleneksel hazları arasında iyi bir denge kurucuydu. Üniversitede iken babamla da sürekli mektuplaşırlarmış hatta ona kendi elleriyle mendil bile işlemiş hem de kasnaksız. Ne kadın! Bazen geri kafalı mı yoksa güncel mi ayırt etmekte zorlanırdım. Sen nasıl anlıyordun onu hiç çözemedim. Sizi bazen hiç konuşmadan bile anlaştığınızı bilirdim ama ben o frekansı hiç yakalayamadım. Bence kimse yakalayamadı. Keşke diyorum teknoloji sizin gençlik zamanlarınızda daha gelişmiş olsaydı da size zarar vermeden beyninizin içindeki telepatik bağlantı yollarını keşfedebilseydim. Belki o zaman o gittikten sonra senin sessizliğinin aslında ne çok şey anlattığını anlayabilirdim.

 

Fotoğraftaki bahçeyi tanıdım. Ben küçükken o bahçede oynadığım oyunları hatırladım bahçede bir masa etrafında sandalyeler vardı. Sana geldiğimiz zaman annem ile sen orada oturup uzun uzun susardınız. Babam da gelince sessizlik yerini koyu sohbetlere bırakıyordu. O fotoğrafta muhtemelen benim olmadığım bir zamanda siz yine annemle o bahçede uzun uzun susmuşsunuzdur. Geçen zamanda hüzünleri, başarılarınızı, kayıplarınızı, sevinçlerinizi uzun uzun susarak konuşmuşsunuzdur. Sonra babam gelmiştir ve amcamın fotoğraf makinesi ile ‘hadi sizin şurada bir çekeyim’ deyip seni zorla poponun izi geçtiği sandalyesinden kaldırmıştır. Kalkmışsındır ama ‘yahu ne gerek var oturuyorduk işte ne güzel’ diye hayıflanmışsındır.

 

Anneme de hep hayıflanırdın ama yine de ne dese yapardın. Sahi dayı, annem bazen katlanılmaz bir otorite olabiliyor. Annem olmasına rağmen ben bile bazen dayanamıyordum. Babamla bile bazen tartıştıklarını biliyorum. Bazen kontrol konusunu o kadar abartıyordu ki ‘senin dayıma gitme vaktin gelmiş, git de bir normale dönelim’ diye çıkışırdım ona. Her ne yapıyorsan anneme her seferinde daha sakin bir şekilde dönüyordu. Muhtemelen o ne dese sen susuyordun o da bir süre sonra çok konuştuğunu fark edip kendi kendine mantıklı cevaplar verip nerede hata yaptığını anlayıp o da susuyordu ve sorun çözülüyordu.

 

Şimdi benim de susmaya ihtiyacım var dayı. Beni susarak anlayacak birine ihtiyacım var. Annem gitti ama ben varım. Artık yaşın genç değil farkındayım ama artık benimle başa çıkmak zorundasın, çünkü geliyorum. Trenim gelmek üzere gişeden geçip annemle seni ve o bahçedeki anılarınızı düşüneceğim. O desenli gömleği sana kim giydirmiş merak ediyorum. Annem elbise ile dururken takım elbise ile sıkmadı mı? Kesin annem seni bir yere götürmek için zorluyordu da sen onunla daha fazla uğraşmamak için ne derse kabul ettin. Neyse dayı merak etme annemin boşluğunu doldurmaya geliyorum. Merak etme bu sefer takım elbise giymek zorunda kalmayacaksın.


Yorumlar

Popüler Yayınlar